Asıl kölelik 18. yüzyıldan sonra, Sanayi devrinden sonra başladı. İnsanları belirli bir maaş karşılığında çalıştırarak köleleştirmeye başladılar. İnsan Bankası, Niyazi Koluş
Özür dileyecek şeyler yapacağınıza, özür dileyeceğiniz şeylerden kaçının. Sen On Yedi Yaşımsın, Miraç Çağrı Aktaş
Beni herkesin sevip sayması umrumda değil, Ama işin ucunda haksızlık olduğunda tahammülüm yoktur. İki Gözüm Despina, Yasemin Özek
Sus! Ona doğduğundan beri birileri susmaktan bahsetti. Susmanın ne kadar kutsal bir şey olduğunu anlattılar hep. Susmak altın, konuşmak gümüş dediler. Altının gümüşten daha iyi olduğunu, daha pahalı olduğunu da onlar söyledi. Düşündü. “Altın daha iyi ise ve susmak altınsa… Continue Reading →
Biliyor musun? Sen bir dahi olarak gelmiştin dünyaya. Tüm dahiler gibi sana göre de imkansız hiçbir şey yoktu, ta ki o güne kadar… Babanla, parkta kumdan kale yapıyordunuz. O esnada bir uçak geçiyordu parkın üzerinden. Sen uçağı göstererek “Baba onu… Continue Reading →
Herkesin içinde sabırlı bir tohum gibi kendi kozasında saklı duran bir aşk yatar; bir gün bir güneş parlar bir yağmur düşer ve tohumun çatlayıp çiçekler açtığını ruhunuzun rengarenk bir ağaç gibi rüzgarlarla dans ettiğini görürsünüz. O rüzgarlarla dans eden çiçekler… Continue Reading →
Toplumla lider ilişkisi, aynı kafeste kapalı kalmış bir insanla bir hayvanın durumundan pek farklı değildi. Diktatörlükte kafesin kapısı birden açılır ve içeri aç bir aslan atılırdı. Ama demokrasi insanın ne tür bir hayvanla kafese kapatılacağını seçme özgürlüğüydü. “Etobur mu? Otobur… Continue Reading →
Mahallemizde yaşlı bir dedemiz vardı. Geçirdiği bir hastalıktan dolayı, dili tat alma duygusunu yitirmişti. Hiçbir şeyin tadını alamıyordu. “Ah Evladım” derdi. “Bir insan başını secdeye koysa, ömür boyu kaldırmadan Allah’a yalvarsa, yalnızca bir lokmadan aldığı lezzetin karşılığını ödeyemez ” Siz… Continue Reading →
Hastayken, Mısır Çarşısından ot seçmek yerine, Sahaflardan kitaplar devşirmeye bakmıştım. Henüz bu kitapları iyi, kötü diye ayırt edebilecek bir müdir fikir ölçüsüne de malik değildim. Tasavvufa, İslam mütefekkirlerine, evliya menkıbeleri.dit ne varsa… Kafamda tamamıyla posalaşmış; hurdalaşmış hale gelen Batı büyükleri… Continue Reading →
Vaterlo’dan evvvelki mağlubiyetinde Elbe’ye sürüldü. Elbe’den kaçtı, üç dört kişiyle Fransa’ya ayak bastı. Üzerine koca bir ordu sevkettiler. Çünkü (Napolyon) şaka değil, bir zıpzıp kadar ama, Paris’e doğru gelirken yuvarlana yuvarlana Uludağ olacak… Yanında bulunan yakınlarından (Kont dö Montelon) isimli… Continue Reading →
Akşam ezanına yakın, köye döndüler. Dedelerinin pişirdiği domatesli bulgur pilavı, ocak başındaki toprak tencerede demleniyordu… Dört Kardeştiler, Gülten Dayıoğlu (Sayfa 31)
“Birbirlerini yürekten seviyorlardı. Ama, aralarında Kiraz’ı kuyruklu yalanlar üretmeye iten, kokuşmuş değer yargıları vardı, dağlar gibi.” Yeşil Kiraz, Gülten Dayıoğlu
Herhangi bir kaya kadar somaki, hayatında dokunduğu her çelik kadar sert taşlar. İnanç mıydı bu? Orada kapana sıkışmış halde açlıktan ölebilirdi. Ama ne tarafından kapana sıkıştırılmış halde? Bu inançtan öte bir şeydi. Mutlak, sorgulanmayan bir ikna durumuydu. En yalın önermeden… Continue Reading →
Martı Jonathan sanki havada patladı ve tıpkı betona çarpar gibi denize çakıldı. Kendine geldiğinde neredeyse akşam olmuştu ve o, ay ışığında, okyanusun üstünde, dalgalara kapılmış sürükleniyordu. Perişan bir hale gelen kanatları kurşun gibi ağırdı, fakat ona asıl ağır gelen şey… Continue Reading →
Zeka, sanılanın aksine güzellikten daha fazla kıskançlık yaratır. Zeka geçici değildir, üstelik köreltilmezse yıllar içinde tecrübeyle serpilir, parlar, iktidar için güzellikten daha fazla işe yarar. Ancak bir kadın bedenindeki zeka hiç de aranan bir şey değildir, zeki kadınlar kadar erkekleri… Continue Reading →
İnsan, çok güvendiği için sırtını döndüğü eşi-dostu veya adına kader demeyi tercih ettiği hayat tarafından ilk kez sırtından vurulduğunda, yere düşene kadar yaralandığına inanmaz. Zaten bu “sırttan vurulma” denen felaket de öyle aniden gerçekleşmez. Kötülük, geleceğine dair bazı işaretler vermeye… Continue Reading →
Yaptığımız o tek seçimle hayatlarımızın nasıl değişeceğini biliyor muydum? Hayır. Ama hayatımın değişmesi gerektiğini biliyordum. Bunu bilmemem mümkün? Annem beni terk etme sanatında ustalaşmıştı ve çocukluğumu gerçeğin bir kurgudan ibaret olduğuna kendimi inandırarak geçirmiştim. Dürüst olduğum tek kişi Kate olmuştu…. Continue Reading →
“Cesaret diye düşündü Liam, yalnızca özel birliklerle katılıp uçaklardan atlayan ve isimsiz dağlara tırmanan adamlara özgü sıcak, kavurucu bir duygu değildir. Sessiz hatta genelde buz gibi soğuk bir şeydir. Her şeyi kaybettiğinizi sanırken bulduğunuz küçücük bir kırıntıdır. Böyle bir zamanda… Continue Reading →
Anladığım kadarıyla herkesin payına bir mucize düşüyor. Mesela muhtemelen bana asla yıldırım çarpmayacak ya da Nobel Ödülü alamayacağım ya da Pasifik adalarındaki küçük bir ulusun diktatörü olmayacağım ya da son evre kulak kanserine yakalanmayacağım ya da bir anda delirmeyeceğim. Ama… Continue Reading →
“Öyle bir zaman gelecek ki,” dedim, “Hepimiz ölmüş olacağız. Hepimiz. İnsanların var olduğunu ve türümüzün herhangi bir şey yaptığını hatırlayabilecek tek bir insan evladının bile kalmadığı bir zaman gelecek. Sizi beni bırakın, Aristoteles ve Kleopatra’yı bile hatırlayan kimse kalmayacak. Yaptığımız,… Continue Reading →
© 2024 Kitap Sözleri