Kalabalığın büyük kısmı çözülen asker duvarını aşmış, vagonlara hücum etmişti bile. Pencerelerden sarkan Osmanlı askerleri kendilerine uzatılan, hiç olmazsa vagona doğru fırlatılan erzak paketlerini yakalamaya uğraşıyor, yakalanan hemen içeri alınıyordu. Yere düşen paketse tekrar fırlatılıyor, bu böyle sürüp gidiyor, bir izdihamdır yaşanıyordu.
Pencereden sarkmış genç bir zabit, “Burası neresi?” diye sordu o sırada. Yüz çizgileri ince, kumral ve yakışıklı bir adamdı.
“Gence” diye bağırdı yaşlıca bir kadın, “Şehrin ahalisi Türk’tür oğul.”
Bu kez “Ana, su!” diye bağırdı genç zabit.
Yaşlı kadın bakır ibrikten çinko, kırık bir tasa doldurduğu suyu pencereye doğru uzatmak istedi fakat boyu o kadar kısaydı ki mümkünü yoktu. Yanaklarından sağlık fışkıran genç bir kız durumu fark etmişti o sırada. Kimsenin kimseye yardım edecek hali, vakti yoktu. Bir an sağına soluna bakınan genç kız, fazla düşünmedi, yaşlı kadını bir çocuk gibi kucaklayıp pencereye doğru kaldırdı:
“Dökme anne. Sıkı tut.” Su, yerine ulaşmıştı.
Bu sahne zabiti bile gülümsetmişti. O gülümseme arasında kızla göz göze geldi.
“Adın ne?” diye bağırdı pencereye doğru kız.
Cevap geldi. “Murat.”
“Peki ya senin?”
“Bulak.”
Hepsi bu.
Nar Ağacı, Nazan Bekiroğlu
Benzer Kitap Sözleri
- Hale Erdoğan: Sonuna kadar takip edin…
- Teodor Walker: Size en çok yardım eden kitaplar
Bir yanıt yazın