Ordınov, kilise kapısında sadaka bekleyen dilenci kocakarıları, hasta ve sakatları aralayarak kadının yanma sokuldu ve o da diz çöktü. Elbisesi, onun elbisesine değiyor, vecd içinde mırıldandığı duayı, dudakları arasından kesik kesik çıkan soluğu işitiliyordu.
Kadının yüzü bu defa da derin bir imanı ifade ediyordu; alevli yanaklarından akıp kuruyan gözyaşları sanki korkunç bir cinayeti temizliyordu. Bu, aşırı hassasiyet, duyguların böyle çırılçıplak ortaya serilişi neden ileri geliyordu acaba? Buna, geçirdiği uzun, uykusuz, bunaltıcı ve sessiz geceler mi sebep olmuştu, yoksa şuursuz isteklerin ve ruhunda geçen müphem sarsıntıların, kalbini coşturmasından, kopacak hale getirmesinden mi ileri geliyordu?
Yahut, bu mühim anın zaten kendiliğinden zamanı gelmiş miydi? Tabiatta da böyle değil midir?
Boğucu sıcak bir günde, gök birdenbire kararır, fırtına, kavrulmuş toprağa su, ateş püskürtür, zümrüt rengi dallar, inci taneleri gibi yağmur damlalarıyla dolar; otlar, çimenler birbirine karışır, çiçeklerin narin başları yere eğilir.
Bütün bunlar, güneşin ilk ışıklarıyla hepsinin başını doğrultup, canlanarak, yeniden hayata kavuşmanın verdiği sevinç içinde muhteşem, tatlı kokularıyla gökleri, güneşi selamlamaları içindir.
Ev Sahibesi, Dostoyevski
Bir yanıt yazın